21 Aralık 2016 Çarşamba

ÖZGÜVENİ YÜKSEK ÇOCUK YETİŞTİRMEK

Çocuk doğmadan ebeveyn olarak birçok görev ve sorumluluk üstlenilir. Okul dönemine gelen çocuklar için ailenin beklentilerinden biride özgüveni yüksek bireyler olmasıdır. Bir kişilik özelliği olan özgüven kendimize ne kadar değer verdiğimizle ilgili olup sorun çözme ve baş etme becerilerimizi arttırır, doğru ve yerinde davranış sergilememize yardımcı olur.
Özgüvenin bir kişilik özelliği olduğunu düşünürsek burada tek etkenin aile olması beklenemez. Her çocuğun doğuştan getirdiği güçlü ve zayıf yanları, yetenek ve ilgileri vardır. Ebeveynler bunun bilincinde olup her çocuk için beklentilerini farklı olarak ayarlayabilmelidir. Her çocuk özeldir ve bütün çocuklarda işe yarayacak tek bir yöntem yoktur. Bununla birlikte uygulanabilecek temel ilkeler vardır.
AİLELERDEN BEKLENENLER

Çocuklarda Özgüven gelişiminde önemli adımlardan biri bebeğin ilk yıllarında yeterli ilgi ve dokunma alabilmesidir. Çocuğun doğumundan itibaren dünyayı güvenli bir yer olarak algılaması anne ile kurduğu ilişki sonucu oluşan güvenli bağlanma ile doğrudan ilgilidir.  Kendini ayrı bir birey olarak algılamayan bebeğin bakımı sırasında her ihtiyaç duyduğunda annenin yanında olması ve dokunması son derece önemlidir. Bebekler fizyolojik ihtiyaçları dışında da ağlarlar ve ihtiyaçları giderilmediğinde kendilerini değersiz ve reddedilmiş hissederler. İlk gelişen duyumuz dokunmadır ve gelişim açısından son derece önemli olduğu yapılan çalışmalarla kanıtlanmıştır. Çocukluk döneminde oluşan nörokimyasal değişimlerin çoğu dokunma sonucu oluşur. Çocuklar bütün gelişim dönemleri boyunca dokunulma ihtiyacı yaşarlar. Dokunulma özgüven gelişiminde ilk etkendir.
Özellikle okul öncesi dönemde çocuklar birçok davranışı öğrenirken ailelerinin verdiği tepkilere bakarlar. Onlar için koyulan sınır ve kurallar kadar yapılan doğru ve güzel davranışın ödüllendirilmesi de önemlidir. Bu sayede hem doğru davranışı kazanacak hem de yaptığı güzel davranışın görüldüğü ve takdir edildiği duygusunu yaşayacaktır. Çocukların özgüven gelişiminde bir diğer önemli nokta fark edilmek ve ödüllendirilmektir. Ancak ödül konusunda aileler dikkatli olmalı ve çocuğun içsel motivasyonunu arttırmayı hedeflemelidir.
Çocuklar doğdukları andan itibaren dış dünyayı kendilerine bakım verenlerin gözünden anlamlandırırlar. Annenin yaklaşımını, olaylara karşı tutumunu ve kendi duygularının kontrolünü çocuklar yavaşça içselleştirir. Dolayısı ile ailelerin çocuklarına karşı algıları ve onlara nasıl yansıttıkları da önemlidir. Özellikle okul öncesi dönemde çocuklar yaptıkları davranışlardan sonra geribildirim beklerler.  Ebeveynlerin çocuklarının özgüvenlerini destekleyici ve cesaretlendirici cümleleri önemlidir. Burada dikkat edilmesi gereken sen harikasın, müthiş oldu gibi abartı ve içeriği olmayan cümleler yerine davranış ve duyguyu yansıtıcı cümleler kurulmasıdır. Aksi takdirde çocukların doğuştan getirdiği narsizm beslenecek ve yalnızca kendi duygularını önemseyen bireyler olmalarına yol açacaktır.
Yetişkinlerin kendileri için bekledikleri saygıyı çocuklarına göstermeleri de özgüven için atılacak önemli adımlardandır.  Çocuklar deneme yanılma yolu ile öğrenirler ve öğrenme sürecinde yaptıkları denemeler için anlayış beklerler. Aşırı katı disiplin ve müdahaleci tutum çocuğun kendisi ile ilgili benlik algısını düşürecektir.

Ailelerin özgüveni yüksek bireyler yetiştirmek için yapabilecekleri onları küçük yaştan itibaren bir birey olarak görmek, ihtiyaçlarını zamanında karşılamak, zaman ayırmak, güvenmek ve denemeleri için cesaretlendirmek olacaktır.

Gülşah Öztürk Erten

Uzman Klinik Psikolog & Pedagog 


18 Aralık 2016 Pazar

ÇOCUKLARA TERÖR NASIL ANLATILIR ?

Yetişkinler için bile konuşmak ve anlamlandırmak çok zor olsa da artan terör ve saldırılar çocukların dünyasında da soru işaretleri ile birlikte yoğun güvensizlik ve kaygıya sebep olabilmektedir. Yaşadığımız dünyada bitmek bilmeyen bu travmatik olaylar ebeveynleri, çocukları ile bu konuyu paylaşmak zorunda bırakıyor. Peki ama nasıl konuşulmalı?
Terör ve Saldırıların Travmatik Etkileri
Ani ve beklenmedik bir şekilde gelişen, kaygı ve panik yaratan, kişinin yada sevdiklerinin hayatını tehdit eden, yaşanmış ya da yaşanması muhtemel olay ve deneyimler psikolojik travma olarak tanımlanabilir. Kişide kaygı ve korku ile birlikte yoğun çaresizlik ve güvensizlik duygularının yaşanmasına sebep olur. Çocuklarda yaşla birlikte olayın algılanışı ve verilen tepkiler değişebilir. Okul öncesi dönemde çocuklar anlamlandıramadıkları olayları ebeveynlerinin davranışları ve onların bakış açısıyla değerlendirirler. Dolayısı ile yetişkinlerin verdikleri tepkiler ve ruh halleri çocuğun algısında doğrudan etkilidir. Okul dönemindeki çocuklar ise ailelerin yanında olayın konuşulmamasına karşılık arkadaşları ve çevresinde olan konuşmalardan olayı duyabilmektedir. Bunun sonucunda daha yoğun kaygı ve güvensizlik yaşayabilmektedirler.
Ailelere Tavsiyeler
 Çocukların ilk ihtiyaç duydukları şey güven duygusunu yaşamaktır. Güven duygusunu yaşayacakları yer ailelerinin yanıdır. Aileler çocukları ile birlikte kaliteli zaman geçirmeyi bu dönemde ihmal etmemelidir. Çocuklarının mümkün olduğunca düzenleri değiştirilmemeli ve ailecek yapılan etkinliklere devam edilmelidir. “Bana ihtiyaç duyduğun her zaman yanında olacağım” duygusu verilmelidir. Yapılacak konuşmadan önce çocuğun ne bildiğini öğrenmek faydalı olacaktır. Televizyon ya da çevreden herhangi bir şey duymamış bile olsalar ailelerin hissettikleri öfke ya da umutsuzluk gibi duygular çocuklar tarafından fark edilmiş olabilir. Böyle bir durumda olayın detayı verilmek yerine ailenin yaşadığı duyguların sebebi kısaca açıklanabilir. Çocukların duygularını adlandırmaları ve konuşmaları teşvik edilmelidir. Henüz yaşadığı korku ve endişeyi adlandıramayacak yaşta olan çocukların oyunları ve çizimlerinde farklılık görülebilir. Onların yaşadıkları duygular ebeveynler tarafından isimlendirilmeli ve bu duygulara karşı yapılabilecekler konuşulmalıdır. Çocukların sordukları sorular dikkatli dinlenilmeli ve yaş seviyesine göre açıklayıcı bilgiler verilmelidir. Okul öncesi dönemdeki çocuklarda en çok karşılaşılan sorulardan biri de neden bu olayların olduğu sorusudur? Onlara her insanın farklı düşünceleri olabileceği, farklı şeyleri sevebileceği anlatılabilir. Mavi renk sevenlerin olabileceği gibi pembe renk sevenlerinde olacağı dünyanın farklılıklarla güzel olduğu mesajı verilebilir. Sorunlarımızı şiddetle çözmenin yanlışlığı üzerine konuşulabilir. Bu şekilde yanlış davranan kötü insanlar kadar dünyada iyi insanların da olduğu vurgulanmalıdır. Çocukların yaşanılanları reddetmesini beklemek yerine gerçekliği anlatabilmek gerekir. Bunun için nasıl önlemler alındığı ve kendilerinin nelere dikkat edeceği konuşulmalıdır. Son olarak çocukların geleceğe karşı umutlarını korumaları sağlanmalıdır. Tüm olumsuzluklara rağmen gelecekte kendilerini bekleyen güzel günler için hedef ve amaçlar koyması için teşvik edilmelidir.  
   

Gülşah Öztürk Erten
Uzman Klinik Psikolog & Pedagog

ÇOCUKLARDA TAKINTI VE TEDAVİSİ

Takıntı istemeden akla gelen, kişide tedirginlik, sıkıntı, stres oluşturan, uzaklaştırılamayan düşüncelerdir. Obsesif kompulsif bozukluk (OKB) olarak geçen hastalıkta bu takıntılı düşünce biçimine obsesyon yada obsesif düşünce denilir. Kompulsiyon ise bu düşünceyi uzaklaştırmak ya da bu düşüncenin oluşturduğu sıkıntıları azaltmak için yapılan törensel davranışı anlatır. Davranışın anlamsız olduğunu bilseler de kendilerine engel olamazlar. Genelde obsesif düşünce sonucu yapılan kompulsiyonlar orantısızdır. Çocuklarda sık görülen obsesyonlar kirlilik, hastalık bulaşacağı düşüncesi, kendisi ya da sevdiklerine kötü bir şey olacağı düşüncesi, birinin öleceği korkusu, yasak ve şiddet içeren düşünceler vb. Obsesyon olarak tanımlanan anlamsız düşünceler ile baş etmek için ortaya çıkan takıntıların en sık rastlanılanları ise el yıkama, sayma, nesneleri sıraya dizme, kontrol etme, düzenleme, tekrarlama, dokunma, biriktirme vb. davranışlardır.
Çocukluk dönemi takıntıları söz konusu olduğunda gelişim dönemi özelliklerini çok iyi bilmek gerekir. 6-7 yaşlarına kadar çocuklarda takıntıyı andıran, tekrara dayalı pek çok davranış gelişim dönemi özelliği olarak görülebilir. Bu dönemde çizgi film karakterlerine olan hayranlıkları nedeniyle hep aynı karakterin eşyasını kullanmak istemesi, her zaman aynı yerde uyumak istemesi, aynı masalı defalarca okunmasını isteyip her kelimesinin aynı olmasını beklemesi ya da ailenin yaptığı törensel davranışların her seferinde sırası bozulmadan tekrarlanmasını istemesine gelişim dönemi özelliği olarak bakılabilir. Çocuklar okul öncesi dönemde süreklilik ve sık tekrarlardan hoşlanırlar. Böylece dış dünyayı kontrolleri altına alır ve kendilerini güvende hissederler.
Anne Babalardan Beklenen Davranışlar
Ebeveynler tekrar eden bu davranışlara karşı nasıl tepki vereceğini çoğunlukla bilememektedir. Gelişimsel olarak görülen davranışlarda bunun bir süreç olduğunu kabullenmek gerekir. Çocuklarla inatlaşmak ve ceza vermek işe yaramamakta ve çocuğun ihtiyacının görülmemesine yol açmaktadır. Bununla birlikte çocuklar görülen davranışları pekiştirirler. Bu davranışların ebeveynden ilgi görme aracı olmaması gerekir. Bazı durumlarda ebeveynler çocuklarına model olduklarını unutabilir ve mükemmeliyetçi tutumlarının çocuklar tarafından takıntılı davranışlara sebep olacağını unutmamalıdır. Ailelerin çocukla ilgili beklentilerini de gözden geçirmesi ve kaygıyı arttıracak tutumlardan kaçınması önemlidir.
Çocuklar Ne Zaman Bir Pedagoga Götürülmelidir?
Çocuklarda sosyal olarak içe çekilme görüldüğünde, davranışlarındaki tekrarlardan istediği halde vazgeçemediğinde ve döngüsel olarak aynı hareketleri tekrar edemediğinde rahatlayamıyorsa ya da sürekli kendisine ve ailesine kötü bir şey olacağından dolayı kaygı duyuyorsa bir pedagog veya çocuk psikoloğundan yardım almak faydalı olacaktır.
Çocuklarda Takıntı Tedavisi Hangi Şekilde Olmaktadır?
Aile ile yapılacak ilk görüşmede gelişim öyküsü ayrıntılı bir şekilde alınmalıdır. Bazı hareketler gelişim özelliği olarak görülebilirken bazı hareketler gelişim özelliği dışında değerlendirilebilmektedir. Gelişim özelliği dışında görülen takıntılar bazen taklit, ilgi çekme, travmatik anı sonucu savunma olarak ortaya çıkabilirken bazen de ailede benzer davranışları sergileyen bireylerin olduğu görülebilir. Bu hastalığın oluş nedenlerinde biyolojik faktörler oldukça fazladır. Dolayısı ile gerekli durumlarda ilaç tedavisi uygulanmaktadır. Bununla birlikte bilişsel terapiler ve oyun terapisi oldukça destekleyicidir.

Gülşah Öztürk Erten
Uzman Klinik Psikolog & Pedagog

26 Kasım 2016 Cumartesi

BEBEKLİK DÖNEMİNDE BAĞLANMA SORUNLARININ YETİŞKİNLİK DÖNEMİNE ETKİSİ

Çocuklarda gelişim dönemlerine bakıldığında nörolojik olarak en hızlı gelişimin ilk iki yıl içerisinde olması bize bu dönemin ne kadar önemli olduğunu gösterir. Bebeklik dönemi olarak ifade edilen bu süreç ruhsal sağlık için temellerin atıldığı kritik bir süreçtir. Bu dönemde duygusal gelişimin sağlıklı olabilmesinde ebeveyn etkisi çok fazladır. Bebekle bakım veren arasındaki bu ilişkinin etkisini ortaya koymada bağlanma kuramı önemli bir yer tutmaktadır.
Bebeğin ilk yıllarında bağlanma davranışını incelemek için iki temel kriter vardır; anne gittiğinde ağlama ve izleme, anne döndüğünde karşılama ve yakınlaşma. Bu dönemde çocuğun bağlanma sorununa vereceği en son tepki ise duygusal kopmadır. Duygusal kopma öncesinde bebeklerde sırasıyla ağlama, başkalarının yatıştırma girişimlerine karşı koyma, ardından ise hareketsiz kalma, yemek ve uyku düzeninde bozulma ve üzüntü aşamaları gözlemlenir.
Bebeğin anneden ayrılma ve anneye kavuşma anında verdiği tepkilere göre güvenli ve güvensiz bağlanma olarak gruplanır. Güvenli bağlanma gerçekleştiren bebeklerde annenin gidişine tepki vardır ancak döndüğünde yerini rahatlama davranışı alır. Birincil bağlandıkları kişiler yanlarında olmadığında çevreyi araştırır ve anneleri döndüğünde yakınlık gösterebilirler. Güvensiz bağlanma ise kaygılı ve kaçınan bağlanma olarak ikiye ayrılır. Bebek kaygılı bağlanmada anneden ayrıldığında çok az keşif davranışında bulunur, kolay sakinleşemez. Anne döndüğünde ise hem yakınlık kurmak ister hem öfke gösterir. Kaçınan bağlanma geliştiren bebekler annenin ayrılmasıyla ilgilenmezler. Anne döndüğünde de ilgisizdir, keşif davranışına devam eder. Anneyi reddetme ve uzaklaşma davranışı görülür.
1980’li yıllara gelindiğinde ise bebeklikteki bağlanma tarzlarının yetişkinlik döneminde etkisi üzerinde çalışmalar yapılmıştır. Bebeklikteki bağlanma tarzlarının yetişkinlikte kurulan yakın ilişkilerdeki tutumlarda belirleyici rolü olduğu anlaşılmıştır. Güvenli bağlanma gösteren yetişkinler kendilerini değerli, sevilmeye layık görürler. Çevrelerine rahat uyum sağlayan benlik saygıları yüksek kişilerdir. Güvensiz-saplantılı bağlanma gösteren yetişkinler kendilerini değersiz bulurlar. Karşısındakilerden onay ve kabul beklerler. Diğerleri ile sürekli yakın ilişki arayışındadırlar. Güvensiz-kayıtsız bağlanma gösteren yetişkinler kendilerini değerli sevilmeye layık görürler. Çevresindekileri ise olumsuz değerlendirirler. Hayal kırıklıklarından korunmak için ilişkiden uzak dururlar. Güvensiz-korkulu bağlanma gösteren yetişkinler kendilerini ve çevresindekileri değersiz bulurlar. Sevilmeye layık olmadığını ve reddedileceğini düşünürler. İlişkiden kaçınır ya da sorun yaşarlar.
Anneyle bağlanma yetişkinlik döneminde kurulacak olan tüm ilişkilere yön verdiği görülmüştür. Bununla birlikte bağlanma tarzları ve kaygı arasında da çeşitli araştırmalar yapılmış ve sonucunda güvenli bağlanmaya sahip kişilerin kaygı düzeylerinin, güvensiz bağlanma sergileyenlere göre daha düşük olduğu görülmüştür. Yetişkinlikte görülen kaygı bozuklukları dâhil birçok sorunda çocuklukta anne ile kurulan bağlanmanın etkisi olduğunu söyleyebiliriz.

0-2 yaş dünyaya karşı güven duygusunun temellerinin atıldığı dönemdir. Ancak annenin sağlık sorunları, psikolojik ya da çevresel sorunlar yüzünden bu dönemde olumsuzluklar yaşanmış olabilir. Ebeveynlerin bu konuyu görmezden gelmeleri, ertelemeleri sadece olayı şimdilik örtmek olacaktır. Bağlanma problemlerinin kişilik yapılanmasının temelini oluşturmakla birlikte yetişkinlikte görülecek birçok probleminde sebebi olarak düşünüldüğü unutulmamalı ve yardım alma konusunda aileler daha duyarlı olmalıdır.

Gülşah Öztürk Erten
Uzman Klinik Psikolog & Pedagog

SINAV KAYGISINI EMDR TERAPİSİ İLE KONTROL ALTINA ALABİLİRSİNİZ


Türkiye’de sınav kaygısı üzerine yapılan bir araştırmada üniversite sınavına girecek olan öğrencilerin kaygı düzeyi, ameliyata girecek olan hastaların kaygı düzeyinden yüksek bulunmuştur. Her yıl milyonlarca öğrencinin ilköğretimden üniversite bitene kadar hatta mezun olduktan sonra işe alım sürecindeki mülakatlarda dâhil olmak üzere girdikleri onlarca sınavın varlığını düşündüğümüzde sınav kaygısının toplumsal bir sorun olduğu ortaya çıkmaktadır. Aslında hayatımız bir sınav…
Sınav kaygısının nasıl üstesinden gelebileceğimizi anlatmadan önce kaygı kavramının ne olduğunu bilmemiz gerekmektedir.
Genel anlamda kaygı,  bedensel belirtilerin gerginlikle birlikte görüldüğü, gelecekteki tehlike veya olumsuzlukları tedirginlikle beklemek olarak tanımlanmaktadır. Kaygının işlevi olası bir tehdit ve tehlike durumunda savunma sistemini harekete geçirebilmektir. Kaygı her insanın sahip olduğu bir duygudur. Ancak aşırı yaşanması durumunda hayatı zorlaştırmaktadır.
Toplumsal bir sorun olduğunu belirttiğimiz sınav kaygısı ise kişinin akademik başarısızlığını genellemesinden dolayı ortaya çıkar. Sınav kaygısı yaşayan bireylerde; sınav öncesi uyku ve beslenme düzeninin bozulduğu, sınav sırasında öğrenilen bilgilerin kullanılamayacağına dair düşüncelere engel olunamadığı ve sınav anında kontrol edemeyeceği durumların ortaya çıkacağına dair inançlarının olduğu görülmüştür. Peki, sınav kaygısının üstesinden nasıl gelebiliriz?
SINAV KAYGISINDA HIZLI ÇÖZÜM EMDR TERAPİSİ!!
EMDR, Dr. Francine Shapiro tarafından 1987 yılında bulunan göz hareketleri ile duyarsızlaştırma ve yeniden işleme adı verilen bir yöntemdir. Bu yönteme göre olumsuz duygu, düşünce, davranış ve rahatsızlıkların arkasında işlenmemiş anılar yatar. Travmatik ya da çok rahatsız edici olaylar yaşandığında bilgi sağlıklı olarak işlenemeyebilir. Duygular, düşünceler, sesler, görüntüler ve beden tepkileri olayın yaşandığı haliyle depolanır. Dolayısıyla olaydan sonra yaşanılan bazı durumlar bu işlenmemiş anıyı tetiklerse, kişi anının tamamını ya da bir kısmını yaşıyor gibi tepki verebilir.
Özellikle erken çocukluk dönemi olmak üzere her yaşta yaşanan etkisi travmatik olan olaylar, küçük düşürülme, ihmal edilme ve yaşanan başarısızlıklar da işlenmemiş anılar olarak ayrı ayrı depolanarak birikebilir. Bunun sonucunda çocuk, ergen ve yetişkinlerde psikosomatik rahatsızlıklar, kaygı bozuklukları, fobiler, depresyon, bağlanma bozukluğu, yeme bozukluğu gibi psikolojik sorunlar ortaya çıkabilir.
EMDR uygulaması ve bilişsel yaklaşımlarla kişiye yaşadığı duyguları anlamlandırması, bu duyguların daha az rahatsızlık verir hale getirilmesi, olumlu düşünmesi, güçlüklere karşı sahip olduğu potansiyelinin farkına varması hedeflenir.
Bu yönüyle EMDR özellikle sınav kaygısında, yaşanmış olan olumsuz anıların beyinde işlenmesini sağlayarak kişinin verdiği bedensel tepkilerin ve sınava dair olumsuz inançların hızlıca yok olmasını sağlamaktadır.
Sınav kaygısı yaşayanların yaptığı en büyük yanlış süreci ertelemek, kendiliğinden geçmesini beklemek ya da sınava kısa bir süre kala yardım istemektir. Kaygıyı tetikleyen faktörlerin çokluğu süreci uzatabilmektedir. Bunun için size kontrolünüzü kaybettiren sınav kaygısını bir an önce yeniden yapılandırmalısınız. Sınav kaygısını yoğun yaşayan kişilerin bir uzmandan yardım alması sonucu riske atmamak açısından önemlidir.

Gülşah Öztürk Erten
Uzman Klinik Psikolog & Pedagog



ÇOCUKTA TUVALET EĞİTİMİ OTORİTE SAVAŞINA DÖNMESİN

Birçok ebeveyn tuvalet eğitimi sırasında zorlanabilmekte ve nasıl davranacağını bilememektedir. Tuvalet eğitiminde dikkat edilecek ilk konu çocuğun hem fizyolojik hem de psikolojik olarak hazır oluşudur.
Tuvalet eğitiminin verileceği zaman aralığı, ebeveynlerin gözlemlerine dayanmakla birlikte fiziksel olarak çocukların bu kaslarını kontrol edebilmeye başladığı dönem olan 18-36. aylar arasındadır. Bununla birlikte her çocuk için bu olgunluk döneminin farklı olabileceği aileler tarafından bilinmeli ve çocuğun hazır olup olmadığı dikkatle izlenmelidir.
Bir diğer konu ise psikolojik boyutudur. Özellikle bu eğitimin verildiği yaş 2 yaş sendromu olarak da anılan çocukların yoğun inatlaşma dönemlerine denk gelmektedir. Çocuklar bu yaş dönemlerinde bir nevi kişisel alanlarını oluşturmaya çalışır ve ebeveyn ile güç savaşına girerler. Böylece sınırlarını öğrenirler. Bu dönemde anneyle aynı anda birçok konuda savaş başlamıştır. Örneğin kıyafet seçimi; anne havanın soğuk olduğunu söyler ve çocuk mont giymek istemese de anne en sonunda duymaz onu ve mont giydirilir. Ya da çocuk aç değilim dese de anne nettir, yemek saati gelmiştir ve o tabak bitecektir. Bunun gibi birçok girdiği güç savaşında kazandığı birkaç başarı olsa da çocuk çoğunlukla anneye karşı kaybetmiştir. Ancak şimdi tuvalet denilen bir olay vardır ki anne birden çok hassas davranmaya başlamıştır. Ses tonu çok yumuşak ve heyecanlıdır. Çocuk bir yandan kaslarını kendi başına kullanabilmenin, tutma ve bırakma eyleminin hazzını yaşarken bir yandan da anneyi bu şekilde kontrol edebildiğinin farkına varmıştır. Annenin tuvalet için bu bekleyişi çocuk için bir zaferdir. İlk defa bir alanda sadece kendisi karar verebilmektedir.
Tuvalet Eğitimi Döneminde Çevresel Koşullar
Konunun psikolojik boyutu düşünüldüğünde çocuklar için hiç kolay bir dönem değildir. Bu yüzden tuvalet eğitimine başlama sürecinin:
  • ·         Aileye yeni gelen bir kardeş
  • ·         Boşanma
  • ·         Kreşe başlama
  • ·         Geçirilen önemli hastalıklar
  • ·         Bir yakının kaybı
  • ·         Ev değişikliği vb.

Çocuğun desteklenmesi gereken yeni olayların yaşandığı bir döneme denk gelmemesi önemlidir.
Ailelerin Dikkat Etmesi Gerekenler
·         Aileler çocuğun içinde bulunduğu dönemin özelliklerini iyi bilmeli ve tuvalet eğitimini çocukla otorite savaşı haline getirmemelidir.
·         Bu dönem fizyolojik ve psikolojik hazır bulunuşluk gerektirdiği unutulmamalı ve çocuk istemediği takdirde eğitime başlamak için zorlanmamalıdır. Ancak aileler özendirici davranmalıdır.
·         Bunun bir süreç olduğu unutulmamalıdır. Sabırlı olmalı ve sert tepki vermekten kaçınılmalıdır.
·         Çocuk tuvalet eğitimine başladığında aşırı sevinç ya da beklentiye girerek çok önemli bir konu haline getirilmemeli, doğal bir süreç olduğu vurgusu yapılmalıdır.
·         Bu dönemde çocuğa teşvik için büyük ödüller koymak çocuğun durumu kullanabileceği bir süreç haline çevirmesine sebep olabilir.
·         Cezalar, yasaklar ve sert tepkiler kesinlikle işe yaramayacaktır. Çocuğun tuvalet eğitimi sırasında bunlara maruz kalması ileride kişilik olarak otorite karşısında sıkıntı yaşayan, özgüveni düşük, aşırı düzenli bireyler olmasında rol oynayacaktır.
Tuvalet eğitimine çocuğun içinde bulunduğu gelişim dönemi de düşünülerek bu açılardan bakıldığında sadece bir tuvalet eğitimi değil aynı zamanda çocuğun kişilik oluşumunu da temelden etkileyen bir faktördür. Ebeveynlerin sorun yaşaması durumunda bir uzmandan yardım almaları hem bu süreci daha rahat atlatmalarında hem de çocuğun sağlıklı bir kişilik geliştirmesinde faydalı olacaktır.
Gülşah Öztürk Erten
Uzman Klinik Psikolog & Pedagog

3 Kasım 2016 Perşembe

ÇOCUKLAR CİNSEL İSTİSMARDAN NASIL KORUNUR?

Son günlerde kamuoyuna yansıyan, sıkça duyar olduğumuz cinsel istismar konusuyla birlikte çocuklara aile içinde verilecek olan mahremiyet eğitimi ve cinsel eğitimin önemi de ortaya çıkmıştır. Özellikle erken çocukluk döneminde verilmesi gereken eğitim ailelerin en çok zorlandığı konuların başında gelmektedir. Hangi yaşta ne kadar bilgi verilmelidir sorusu ebeveynlerin kafasını karıştırmaktadır. Erken ve fazla verilen bilgi çocukların duygusal dünyasında olumsuzluklara neden olabilmektedir. Yeterli bilgi sahibi olamamakta çocuklar için ayrı bir sorun oluşturmaktadır.Çocuklar iki yaşından itibaren sosyalleşmeye ihtiyaç duyar ve arkadaşlık ilişkileri başlar.Bu yaştan itibaren çocukların sınırlarını bilip çevresindekilere karşı saygılı davranması, alması gereken temel eğitimdir. Daha sonra ise ailelerden beklenen çocuklarınınkendi bedeninin sınırlarını bilmesini sağlamak ve bunu korumak için neler yapabileceklerini konuşmaktır.
Erken çocukluk dönemindeki çocuklarda mahremiyet eğitimi ve cinsel istismardan korumak için ebeveynlerin dikkat etmesi gereken önemli noktalar şu şekilde sıralanabilir:
• Çocuklar kendilerine söylenenden çok yapılan davranışları taklit ederek öğrenirler.Kendisine yanlış davranış sergileyen yetişkine karşı bir şeylerin yolunda gitmediği bilinci oluşması için ebeveynlerindavranışlarına dikkat etmesi gerekmektedir. Ebeveynler bile çocuklarını öpmek ve sarılmak istediğinde çocuklarından izin almalıdır.Sen nasıl istersen sorusu ile başlayan cümleler kurulmalıdır. Böylece kendi bedeni üzerinde çocuğun söz sahibi olması sağlanmalıdır.
• İki yaşından itibaren çocuğa vücudunda özel bölgelerinin olduğu ve bunların gizlenmesi gerektiği öğretilmelidir. Bu özel bölgelerinin iç çamaşırının kapattığı yerler olduğu söylenebilir. Bunun istisnasının sadece anne ve baba, birlikte gidilen doktor ve kreş çocukları için yardımcı ablaların vb. olabileceği anlatılmalıdır.
• Daha çok küçük olduğunu ve başka insanların olduğu ortamlarda çocukların kıyafet değişiminde sakınca olmadığı fikri doğru değildir.Çocuklar bu yaş döneminde olayları genelleme eğilimindedir ve bunu başkalarının bedenini görmesinde sakınca olmayacağı şeklinde yorumlayabilir. Erken çocukluk döneminden itibaren yetişkinler çocuğun beden mahremiyetine saygı göstermelidir.
• İki yaşından itibaren çocuklar birçok alanda gelişimlerini tamamlamaya başlamıştır. Bununla birlikte anne babaya olan ihtiyaçta azalmıştır. Bu yaştan sonra yavaş bir geçişle odaların ayrılması gerekmektedir.Özellikle ergenlik dönemine girecek olan kardeş bulunması durumunda da odaların ayrılması beklenmektedir.
• Banyo sırasında çocuğun özel bölgelerini kendisinin yıkaması teşvik edilerek mahremiyet duygusu kazandırılmalıdır.
• Başkalarının bedenine yapacakları konusunda ikilem yaşamaması için bunun bir oyun olmadığını bilmelidir. Bu sebeple aile içinde cinsel organlara isim takmamak, şakalaşma ve oyunkonusu yapmamak gerekmektedir.
• Saygı ve sınır konusunda çocuğun içselleştirilmesini sağlamak için,ebeveynlerinoda kapısı kapalıysa izinsiz girmemesi konusunda çocuk bilgilendirilmelidir veaynı şekilde ebeveynlerde çocuğun odasına izinsiz girmemelidir.
• Erken çocukluk döneminde televizyon ve oyunlarda bulunan içerikler çocuklar tarafından taklit edilmek istenilebilir.Bunun için aileler birlikte veya çocuğun yalnız kaldığı zamanlarda izleyeceği programlarıdikkatliseçmelidir.
• Çocukların birbirleri ile olan cinsel oyunları her zaman istismar olarak düşünülmemelidir. Bu dönemin gelişim özellikleri arasındadır. Aynı gelişim düzeyindeki çocukların cinsel organlarına bakmak istemesi kendi bedenini tanımak ve karşı cinsi ayırt etme çabalarıdır. Sağlıklı bir merak giderme yolu olarak görülmeli ve aşırı tepkilerden kaçınılmalıdır. Aynı şekilde kendi cinsel organını da keşfetmek isteyecektir. Bu durumda ebeveynler çocuğu korkutarak engel olmaya çalışmamalıdır. Çocuğun dikkatini başka yere yöneltmeli ve sakin kalınmalıdır.
• Cinsel organlar hakkında çocuk soru sormadan detaylı bilgi vermeye gerek yoktur. Bu tarz sorular geldiğinde ise utanılacak, konuşulmayacak bir konu gibi davranılmamalıdır. Çocuk hangi ebeveyne sorduysa o bilgi vermelidir.
• Çocuklarda istismar birileri tarafından fark edilinceye kadar söylenmeyebilir. Bunun sebebi suçluluk ve utanç duygusudur. Ailelerin çocukların sorduğu her soruyu geçiştirmeden, utanmadan yanıtlaması, çocuğu böyle bir durumda da ailesi ile yaşadıklarını paylaşabilmesi için cesaretlendirecektir. Bunun için aile içinde kurulacak sağlıklı iletişime dikkat edilmelidir.
Aileler konunun hassasiyeti nedeniyle yoğun kaygı yaşayarak çocuklara bu konularda gereğinden fazla baskı niteliğinde hatırlatmalarda bulunabilmektedir. Ancak çocuklar,erken çocukluk döneminde düşünce biçimleri nedeniyle anlattıklarınızı aşırı genellemeye götürerek güvensizlik ve korku yaşayabilirler. Unutmayınız ki tüm çocuklar iyi ve kötü dokunmanın ayrımını yapabilirler. Ancak bunu sizinle paylaşma konusunda endişe duyabilirler. Ebeveynlerin “Bazı yetişkinler bu kuralları bilmeden sana dokunabilirler. Böyle bir durumda bana anlat ki seni koruyabilelim ve o yetişkine kuralları öğretebilelim.” şeklinde bir açıklama yapması yeterli olacaktır.


Gülşah Öztürk Erten
Uzman Klinik Psikolog

www.gulsahozturkerten.com

KARDEŞ KISKANÇLIĞI, TAHT KAVGASI

Hem ebeveynler için hem de kardeşi dünyaya gelen çocuk için hayatlarında birden yeni bir sayfa açılmıştır. Bu dönemde özellikle çocuk çok fazla değişiklikle karşı karşıya kalmıştır. Bu yenilikler çocuklar için endişe vericidir ve tepki göstermelerine neden olmaktadır. Bazı çocuklarda çok belli başlı kıskançlık göstergesi davranışlar gözlemlenirken, bazı çocuklar daha sessiz sakin yaşar bu dönemi. Ancak bilinmelidir ki kıskanmayan çocuk yoktur. Zaten böyle bir durumun olmaması da olağan dışıdır. Bu yaşamın doğal bir parçasıdır. Sevginin paylaşılmak zorunda olunmasına verilen tepkidir. Ebeveynler olarak göreviniz çocuğa bununla baş etme becerisi kazandırmak olmalıdır.

Erken çocukluk dönemindeki çocuklarda kendilerini kontrol edecekleri fren sistemi tam olarak gelişmemiştir. Hareketlerini kontrol etmekte zorlanırlar. Siz kardeşini ne kadar sevmesi gerektiğini anlatsanız da ona duyduğu öfkeyle yalnız kaldığı ilk fırsatta vurma, saç çekme gibi zarar verici hareketler olacaktır. Bunların gelişim dönemi için normal sayılabileceğini bilmek ve sakin kalmak önemlidir. Ayrıca ailede özellikle aile büyüklerinin ilk çocuğa verdikleri yoğun ilginin yeni gelen kardeşle birlikte azalması çocukta rekabeti doğuracaktır. Kardeşiyle taht kavgasına girecektir. Artık o tacı alınan prens/prensestir.

Tüm bu süreçler yaşanırken ailelerin çocukta olan değişiklikleri yakından takip etmesi ve endişeye kapılmaması beklenir. Doğum öncesi kardeş için yapılan hazırlıklar çocukta kendisinin eskisi kadar istenmediği şeklinde algıya sebep olabilir. Çocuğa kendileri için hala çok özel ve önemli olduğu hissettirilmelidir. Mümkün olduğunca çocuğun hayatında yeni bir değişiklik olmamasına dikkat edilmelidir; taşınma, okula başlama, tuvalet eğitimi gibi. Özellikle küçük yaş çocuklar için kardeş gelmeden önce odaların ayrılması önemlidir. Kardeşim geldiği için ben gidiyorum algısı oluşmamalıdır. Aileler için çocuğun yaşına uygun olarak vereceği tepkileri bilmek ve hazırlıklı olmakta fayda vardır. Bununla birlikte her çocuk için bu süreç aynı olmayacaktır. Bu dönem anne için de hiç kolay değildir. Özellikle ikinci çocukla birlikte ebeveynler ilk çocuklarına yeterince ilgi gösteremeyeceklerini düşünüp kaygı yaşayabilirler. Aynı zamanda suçluluk duygusuyla birlikte kardeş bekleyen çocuğa gereğinden fazla hediye ve ilgi de gösterilebilir. Bu doyumsuz, mutsuz bir çocuk yetiştirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Unutulmamalıdır ki anne ne kadar sakin ve güçlü durursa çocuklarda bu dönemi o kadar mutlu ve huzurlu atlatacaktır.
Çocuğun yaşı, çevresel faktörler, ailenin doğumdan önce çocuğu kardeş için hazırlaması gibi birçok değişken kıskançlığın boyutunu etkilemektedir. Bilinmezlikler biz yetişkinler için bile hiç kolay değilken bir çocuk için bu çok daha korkutucu olmaktadır. Bu yüzden doğum öncesinde çocuk, yeni bir kardeşin hayatlarına girmesiyle nasıl bir değişiklik olacağını bilmelidir. Yaşı küçük çocuklara yeni bir kardeşi anlatmak ve kabullenmesini sağlamak için hikayeler ve oyunlardan yararlanılabilir. Onunda bir zamanlar bebek olduğu konuşularak eski resimleri gösterilebilir. Doğduğunda onun için neler yaptığınızdan, neleri kendi başına yapamadığı için yardım ettiğinizden bahsedebilirsiniz. Bununla birlikte çocuklar için yaş küçüldükçe kıskançlık artar diyebiliriz. Özellikle 7-8 yaşa kadar çocuklar sağ beyinlerini aktif kullanırlar. Dolayısıyla sözel açıklamalar onlar için yeterli olamamaktadır. Yeni gelen kardeşle birlikte çocuğunuzla geçirdiğiniz zamanın azalmasını kabul edemeyecektir. Mümkün olduğunca kardeş gelmeden önceki birlikte yaptığınız aktivitelere de devam etmelisiniz.

Gülşah Öztürk Erten
Uzman Klinik Psikolog

www.gulsahozturkerten.com